Millet İttifakı Cumhurbaşkanı Adayı ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “HÜDA PAR diyor ki, ‘Anayasanın ilk dört maddesini değiştireceğim.’ Biz karşıyız. Merak ettiğim, acaba Sayın Erdoğan; işbirliği yaptığına göre, aynı görüşte mi, değil mi? HÜDA PAR, ‘Türk bayrağı’ demem, diyor. Erdoğan bunu kabul ediyor mu, etmiyor mu? Ben kabul etmiyorum… Aynı şekilde SADAT denilen bir kuruluş var. Sen kim oluyorsun da Türkiye Cumhuriyeti Devletini kaldıracaksın, bayrağını kaldıracaksın, dilini değiştireceksin, Erdoğan’ın yanında olacaksın. Ben buna izin vermem, dedim. Milliyetçi olmak, ırkçı olmak değil. Herkesin kimliğine saygı duyarım. Bayrağına ve vatanına saygı duyan herkesin benim başımın üzerinde yeri var. Bayrağa ve vatana saygı duymuyorsa, ben ona mesafe koyarım” dedi.
Millet İttifakı Cumhurbaşkanı Adayı ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Babala TV yayınına katıldı.
Kılıçdaroğlu, yayının bir bölümünde; CHP yöneticilerinin ön sıralarda oturduğunu belirterek, programın sunucusu Oğuzhan Uğur’a; “Patron bir şey söyleyeyim mi? Bizim arkadaşlar kalksalar da gençler şu koltuklara otursalar. Daha şık olacak” dedi ve CHP yöneticileri yerine ön sıralara gençler oturdu.
Kılıçdaroğlu, yayında şu mesajları verdi:
“TÜRKİYE’NİN BU CENDEREDEN ÇIKMASI LAZIM: Gençlerin kabul gören bir yaşı var. Bu yaşı esas alacağız. Bu bizim Siyasi Partiler Yasası’nda da var. 30 yaş ve altı. ÖTV’yi kaldıracağız. Öyle bir tablo var ki Türkiye’de, bugün bir genç asgari ücretle yaşamı boyunca asla araba sahibi olamayacak. Öğretmen ve memur da aynı şekilde. Türkiye’nin bu cendereden çıkması lazım. Gelir dağılımının dengeli olması lazım.
HER SEÇİMDE MİLLETVEKİLİ SAYIMIZI ARTIRDIK: Bir devlet bir kişinin iki dudağına teslim edilemez. Devlette yasama, yürütme ve yargı organları vardır ve devletin her alanı denetlenir. Mesela sarayın yaptığı harcamayı bilmiyoruz, hangi ihaleleri yapıyor, bilmiyoruz. Ama bizim paramızla yapıyor. Buradan devletin çıkması lazım… Bu yapının değiştirilmesi lazım. Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme geçilmesi lazım. Bu, eski sisteme geçelim anlamında değil. Eski sistem, darbecilerin yaptığı hukuk sitemi nedeniyle büyük sorun yaratıyordu… Benim pozisyonuma gelelim. ‘Hiçbir seçimde başarı elde edemediniz.’ Her seçimde bir şekliyle, yüzde 100 iktidar olmadık derseniz ben bunu kabul ederim. İktidar olamadınız, eyvallah. Ama her seçimde biz milletvekili sayımızı artırdık. Son seçimde Ankara, İstanbul, Mersin, Adana’yı kazandık; büyükşehirleri kazandık. Siyaset 5 yılda bir yapılıyor, ne yapalım? Ayrıca rahatlıkla ifade ediyorum, CHP’nin halktan koptuğu yönünde ciddi bir izlenim de vardı ve bu izlenim de haklıydı. CHP’nin Genel Başkanı olarak. İzlenim haklıydı. Biz toplumun her kesimine açılmak, derdini dinlemek istedik. Sizin hiç düşünmediğiniz apartman görevlilerinin sorunlarını ben dile getirdim. Apartman görevlileri, muhtarlar, minibüs-taksi-TIR, otobüs şoförü ile toplantı yaptık. Sosyal politikayı sosyal sınıflar üzerinde oluşturduk. Toplumun her kesimine ulaşmaya çalıştık. Geçmişin bize dönük olarak haklı veya haksız eleştirilerini kırmaya çalıştık. Vaizelerle, imamlarla, ilahiyatçılarla da toplantı yaptım. Kendimizi anlatmaya çalıştık. Bize yönelik haksız eleştiriler vardı, onları kaldırmaya çalıştım. Yılların birikimlerini kaldırmaya çalışıyoruz. CHP diğer partilere benzemez, devlet kuran bir parti CHP. Ben Genel Başkan olduktan sonra genel başkan adayları çıktı. Adaylarla yarıştık. Hatta adaylar daha rahat çıksın diye, Allah rahmet eylesin Sayın Baykal döneminde çıta çok yüksekteydi. Oran yüzde 20’ydi. Delegenin yüzde 20’sinin oyunu toplarsan ancak aday olabiliyordun, onu da aşağıya indirdik. Daha düşük bir oran koyduk. İnsanlar yarışabilsinler, yarışma atmosferi çıksın diye. Gençlik, cinsiyet kotası getirdik PM’ye, MYK’ya. Yeni bir değişime açılımı sağlamaya çalıştık. Yeterli mi bütün bunlar? Hayır, yeterli değil. Elimizden geleni yapmaya çalıştık. İnşallah yarın yeni adaylar çıkar, o adaylar sağlıklı ve tutarlı eleştiri yapmaya çalışırlar. Biz de yolumuzu almış oluruz, demokrasiyi güçlendirerek.
ADAYLIĞIM KESİNLEŞTİKTEN SONRA HİÇBİR CHP GRUP TOPLANTISINI YAPMADIM: Cumhurbaşkanının tarafsız olması gerektiği kanısındayım. Ama bu kararı tek başıma alamıyorum. Diğer liderlerle beraber bu karar alındığı için ben o karara uymak zorunda kaldım. Dikkat ederseniz, adaylığım kesinleştikten sonra hiçbir CHP grup toplantısını yapmadım. Cumhurbaşkanlığı adaylığım süresince asla ve asla bulunduğum yere CHP logosu ve CHP’nin parti bayrağını asmadım. Tamamen tarafsız davrandım ve tarafsız davranmaya da özen gösteriyorum. İnşallah bunu Anayasa değişikliği ile de kesinleştireceğiz, çünkü değişim sırasında bazı aksaklıkların ortaya çıkabileceği ve uyumun bozulabileceği yönünde bir kanaat oluştu. Ben de o kanaate saygı duyarak devam ettim.
SAVUNMA SANAYİ MİLLİDİR, HERKES DESTEK VERİR: TOGG’a yönelik bir eleştiri yok. Sadece davranışa yönelik bir eleştiri var. Diyelim ki siz buzdolabı fabrikası açıyorsunuz, evet yaparsınız. Biz de alkışlarız bunu. TOGG’un ilk kuruluşunda bana gelindi, başındaki genel müdür geldi. TOBB Başkanı ile geldiler, bana haritaları çıkardılar, ben de çok memnun olduğumu ve her türlü desteği vereceğimizi söyledim. Ama bunu sanki orası değil de bir kamu kuruluşu yapmış havası ile tanıtıyorlar. Yanlış buradan başlıyor. İki, otomobil yapabilirsiniz, zaten yapılabilir. Yapılmayacak bir şey değil. Önemli olan yaptığınız otomobilin uluslararası bir markaya dönüştürmek ve bunu dünyanın her tarafına satabilmek. Bu yapıldığı zaman asıl başarının böyle olduğunu ifade ettim… Bunun bir siyasal kimlik, ‘Ben yaptım’ algısı ile tanıtılması yanlış. Siz yapsanız tamam. Kendi fabrikanızdır eyvallah. Ben de gelirim, başkası da gelir, hep beraber övünürüz. Dikkat ederseniz TOGG’u üretenlerin hiçbirisi yok ortada. Sahipleri yok, sadece siyaset var. Yanlış orada. Aynı şekilde savunma sanayinde de. Savunma sanayi millidir, herkes destek verir. Savunma sanayi konusunda en büyük adımı atan rahmetli Özal’dır. Savunma sanayi fonunu kurmuştur. Savunma sanayi fonu bütçenin dışında bir fon oluşturmuştur…
‘GELİNCE SİZ İHA VE SİHA’LARI KALDIRACAKSINIZ.’BİZ AKLIMIZI PEYNİR EKMEKLE Mİ YEDİK: İHA ve SİHA konusunda, Sayın Bayraktar’ın İkitelli’deki fabrikasına ilk giden benim. Altını çizeyim. Kendisini öne çıkaran, o zaman rahmetli babası da hayattaydı. Kendilerine her türlü desteği vereceğime dair söz verdim. Destek verdim. Arkasından evlilik oldu, olabilir. Ama üretiyor. Çok iyi bir kadrosu var. Altını özenle çiziyorum, hatta onlarla beraber güzel fotoğraflarımız var. Ama benim etik bir değerim var, aile izin vermeden ben o fotoğrafları yayınlamıyorum. Onlarda var ama aynı fotoğraflar. Kendisi üretsin, çalışsın, hiçbir engel yok. İHA ve SİHA’yı da üretsin. Burada tek sorunumuz, rekabet ortamının yaratılması lazım. Çünkü aynı İHA ve SİHA’ları yapan başka kuruluşlarda var ve kamu kuruluşlarına engel çıkarılmaması lazım. Rekabet olsun, bunlara hiçbir engelimiz yok. Adı üstünde milli savunma, burada A partisi, B partisi olmaz ve burada Türkiye söz konusu. Türkiye bu coğrafyada çok güçlü olmak zorunda. Silah üretiminde de güçlü olmak zorunda. Bu illa silahı kullanacak anlamında değil ama bütün dünya bilmeli ki Türkiye bunları üretebilecek kapasitede ve Türkiye bunları üretiyor. Asıl hedef bu olmalı. Ama bunların üzerinden sanki bir parti yapıyormuş gibi. Hayır, onu 85 milyon yapıyor. Bizim vergilerimiz ile yapılıyor. Bunun dominantı Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfıdır…Efendim, ‘Gelince siz İHA ve SİHA’ları kaldıracaksınız, damadı mahvedeceksiniz.’ Biz aklımızı peynir ekmekle mi yedik? Niye olsun, herkes üretecek ve kazanacak. Yeter ki sağlıklı ve tutarlı bir rekabet olacak. Onun dışında hiçbir sorunumuz yok.
2010 kurultayında başka bir aday yoktu, doğru çünkü bütün delegeler benim aday olmamı istemişlerdi. Hepsi imza verdi, başka aday yoktu zaten. Bu benim kabahatim değil… Ben genel başkan olmak istemedim ki. Toplum, örgüt, herkes ‘Genel Başkan ol.’ Israr. Uzun süre genel başkan kim olacak diye, tartışmaları zaten yapıldı. Sonunda bütün delegeler üzerimde anlaşmışlar, dediler ki ‘Tek imza ile aday gösterelim.’ Dolayısıyla aday oldum. Benden sonraki kurultaylarda adaylar çıktı. Adaylarla yarıştık, herhangi bir sorun yok. Rahmetli Baykal döneminde adaylar vardı, adaylarla yarışıldı. Bizim kadar genel başkan adayı çıkan başka bir parti de yok. Benim zamanımda da oldu, benden önce de oldu. Adaylar demokratik yöntemlerle yarıştılar. Siyasete yeni girdiğim dönemlerde en hareketli tartışma da Sayın Sarıgül ile Sayın Baykal arasındaki genel başkanlık yarışıydı. Oldukça heyecanlı bir yarıştı. Bunlar oluyor, niye olmasın? Benimle Muharrem Bey arasında yarış oldu, o da çok keyifliydi. Heyecanlı bir yarıştı. Demokrasiyi dışlamış bir parti değiliz. Dikkat ederseniz bütün bunların hepsi bizde oluyor, CHP’de oluyor. Diyebilirsiniz ki, burada yanlışlık var, katılmıyorum. Ben buna saygı gösteririm. İlla benim gibi düşüneceksiniz diye bir şey yok. Elbette farklı düşüneceksiniz. Benim en ufak bir eleştirim yok size yönelik olarak.
DAHA GENİŞ BİR KİTLEYİ KUCAKLAMAMIZ LAZIM: Partide gençler yok diyorsunuz, haklısınız. O eleştiriyi ben de zaman zaman yapıyorum. Sadece genç değil kadın da yeteri kadar yok. Kadınların da siyasette olması lazım. Kadın belediye başkanları, belediye meclis üyeleri, milletvekillerinin olmasını istedim. Daha fazla olmasını istedik. Kabul etmek lazım. Siyaset bir kurtlar sofrasıdır. Siyasete girdiğiniz an sonuna kadar mücadele edeceksiniz. Altın tabak içinde ‘Efendim bana milletvekilliğini ver’. Bu olmaz. Mücadele edilecek. Gençler mücadele edecekler, ‘Biz olacağız’ diye. Ben ön seçim denemesi yaptım. Orada da kendi içinde bazı ciddi sorunlar var. O da olmadı. Ön seçim yaptık, orada da başka sorunlar çıktı. Ama herhalükarda gençlerin ve kadınların olması lazım. Daha geniş bir kitleyi kucaklamamız lazım.
DEMOKRASİSİ SAĞLIKLI İŞLEYEN BİR SİSTEMDE SANDIK GÜVENLİĞİ DİYE BİR ŞEY OLMAZ: Eğer bir ülkede seçimlerin sağlıklı yapılmadığı yönündeki kanaat, toplumun dokularına sinmişse; o ülkede sorun var demektir. Sandık güvenliğini biz bunun için önemsiyoruz. Dolayısıyla demokrasisi sağlıklı işleyen, ahlak yapısı güçlü olan, yasaların sağlıklı uygulandığı, bürokrasinin bir kişinin emri altında olmadığı, devletin memurunun devlet memuru olduğu bir sistemde sandık güvenliği diye bir şey olmaz. Herkes gider oyunu kullanır, sayımlar yapar gider. Ama bizim ülkemizde sandık güvenliğinizi aldınız mı diyorsunuz. Oylar çalınıyor diyor. Bunların binlerce örneği var, biz bunun önüne geçmek istiyoruz, doğrudur… Bazı sandıklarda bizim görevlimiz yoktu. Nedeni şu, orada İYİ Parti’yi biz destelediğimiz için, seçime İYİ Parti logosu ile girildiği için oradaki sandık görevlileri İYİ Parti’ye ait. Biz sadece müşahit bulunduruyoruz. Böylece Türkiye’de yaklaşık 200 bin sandığın tamamında müşahidimiz var. Fakat müşahitlerin yetersiz olduğu yönünde şikayetler, eleştiriler geldi. Bir ilçeden, bir müftü aradı ve dedi ki ‘Ben hakkaniyetle yapıyorum ama 2 müşahidiniz var. Üzerimizde baskı var. Allah aşkına müşahitlerinizi artırın, bir bu seçimleri doğru dürüst yapalım. Ahlaki yapalım.’ Aldık notumuzu. O nedenle bir konuşmamda dedim ki, 1 milyon müşahide ihtiyacımız var. Her sandıkta birden fazla olsun. Dolayısıyla sandık güvenliği bir anlamda sağlansın.
SAKIN BU TUZAĞA DÜŞMEYİN. TUTANAKLAR EN SON İMZALANACAK: Sayım sırasında da arkadaşlar bakıyorlar. Görevlisiniz, cep telefonu ile fotoğrafını çekecek ve genel merkeze göndereceksiniz. Evet, bunlar geldi. Onların bilgisayara aktarılması ve yazılması zaman aldı. Ondan sonra sosyal medyada sanki biz hiç sandıklara sahip çıkmamışız gibi bir algı yaratıldı. Bu tamamen bizim kitlemizin sandığa gitmemesi için yapılan bir algı operasyonuydu. Yoksa bunları yaptık. Bir sorunumuz yok burada. Şu olabilir. Eksiğimiz, yanlışımız, olabilir. Biz her şeyi mükemmel yaptık diye bir düşüncemiz yok. Ama bu arada, o gün birisinin cenazesi çıktı. Ne yapacaksınız? Niye sandığa gitmedin diyemiyoruz. Yaralandı, hastalandı ve hastaneye gitti. Bunlarla ilgili de 200 bin kişi arasında bunlarla da karşılaşıyoruz. Dolayısıyla eksiğimiz, yanlışımız, hatamız olabilir. Sandıkların sadece sayım sırasında şöyle bir şey daha var. Asıl risk şu. En baştan sandık başındaki görevli tutanakları imzalatıyor. Sakın bu tuzağa düşmeyin. Tutanaklar en son imzalanacak diyoruz. Fakat çoğu yerde tutanak en başta imzalanıyor, sonra yazılıyor. Bu bizim açımızdan sıkıntı yaratıyor… Polis gidip ‘Sonuçları bana ver’ diyemez. Polisin gidip sonuçları aldığını biliyoruz. Onun için itiraz ettim. Kardeşim burada polisin ne görevi var? İçişleri Bakanlığı seçimi izlemek için, sonuçları almak için ayrı bir ekip kurdu. Kamu görevlilerinden, polislerden oluşan ekip kurdu. İçişleri Bakanlığı, YSK’ya başvurdu. ‘Ben bunları almak istiyorum’ diye. YSK, ‘Doğru değil, yasada böyle bir şey yok. Siz alamazsınız’ dedi. Arkasından bir daha başvurdu, biz gene itiraz ettik. Polisin işi değil, burada ne işi var dedik. Ona rağmen polis sandık başlarına gidip, sandık görevlisi başkanına ‘Sonuçları bana vereceksin’ dedi. Tabii biz Ankara, İstanbul’da rahatız. Bir de Hakkari’yi düşünün. Beytüşşebap’ı düşünün. İlk kez, bizim tarihimizde 200 bine yakın sandıkta bunu yaptık.
Hiç kimsenin depremzedeye ‘Sen oyunu böyle kullandın, yazıklar olsun’ deme hakkı yoktur. Onu söyleyen insan da insan değildir. Altını bir daha çizeyim, insan değildir… Partimizin yöneticilerinden hiçbirisi böyle bir şey söylemedi, çıkarsa onu görevden alırız, emin olun. Tekirdağ Belediyesi olayı. Gençlerden benim bir ricam var. Bir haber duyduğunuzda, arayın ve bunun gerçeğini öğrenin. Orada kalacakları süre, valilik demiş ki ‘Şu kadar süre siz bakacaksınız’ diye. Onlar da süre dolunca valiliğe yazı yazmışlar. Valiliğe yazınca da ‘Vay işte bunları çıkarıyorlar’ diye kıyamet kopardılar. İşin özü bu. Ben hemen aradım, büyükşehir belediye başkanını. ‘Nedir bu?’. ‘Efendim öyle bir şey yok. Biz tam tersine bu sabah hep beraber kahvaltı yaptık. Herhangi bir sorunumuz yok’. Ama bir haber, arkasından kıyametler. Sanki biz depremzedelere karşıyız. Nasıl karşıyız? Akıl, ahlak, vicdan, mantık var.
MEDYA PATRONUNUN BAŞKA KİŞİ OLMAYACAK. SADECE MEDYA İLE UĞRAŞACAK: Medya konusunda en çok şikayet edenlerden birisi de benim. Gerçekten Türkiye’de sağlıklı işleyen bir medya mekanizmasının olmadığını bilenlerden de birisiyim. En çok asparagas haberler üreten ve onları kamuoyuna sunan, kamuoyunu yanıltan medyanın olduğunu da biliyorum. Medyanın özgür olmadığını ve belli baskıların altında olduğunu da biliyorum. Medya konusunda bizim güzel bir raporumuz var. Hem yerel medya açısından, hem yaygın medya açısından Türkiye genelinde. Radyo ve televizyonlar açısından. RTÜK’ün nasıl yapılanması gerektiği açısından. TRT’nin tarafsız yayın yapması açısından. Mesela TRT bana sadece 32 dakika. Seçim süresince. Ama AK Parti’ye tam 42 saat zaman ayırıyor. Yasası diyor ki ‘TRT bağımsız ve tarafsız kurumdur’. Nasıl bir tarafsızlık? (A Haber’in ‘Diğer aday’ görselli yayınını göstererek) Bakın A Haber, Allah aşkına bağımsız ve tarafsız yayın organına bakın. Bunlar oluyor yani. Ama halk bunları biliyor. Ben muhalif medya dediğiniz medyanın da kendi içinde ciddi sorunları var. Onu da biliyorum. Ben televizyon izleyemiyorum. Benim zaten televizyon izleyecek zamanım da yok. Dolayısıyla oralarda neler oluyor, neler bitiyor; Bilmiyorum. Kim, nerede, ne yapıyor diye. Bildiğim tek şey var, medya sınıfta kalmış durumda. Sağlıklı ve tutarlı medyamız gerçekten yok. Yasal bir altyapı ile bunu gerçekten sağlıklı zemine oturtmak lazım. Medya patronu olmaz. Hem dünya kadar işin olacak, hem elinde gazeten ve televizyonun olacak. Onu silah olarak kullanacaksın. İktidarın emrine vereceksin. Buradan çıkmamız lazım. Özgür ve bağımsız bir medya olması lazım. Bunun kurallarını getirilmesi lazım. Hiçbir medya patronunun başka kişi olmayacak. Sadece medya ile uğraşacak. Başka işleri olduğu zaman, medya gidiyor. Efendim, şu fabrikaydı, şu ihaleydi, girdiğiniz zaman bağımsız medya olmaktan çıkıyorsunuz.
MEDYADA SENDİKALAŞMAYI ZORUNLU HALE GETİRECEKTİK: Birinci dönem AK Parti’den eski Başbakanlık Teftiş Kurulu’ndan bir arkadaşım vardı. AK Parti milletvekiliydi. Biz ikimiz beraber Plan ve Bütçe Komisyonu üyesiydik. Söz verdik, eğer medya ile ilgili bir düzenleme gelirse, medyada sendikalılığı zorunlu hale getirelim diye ikimiz. AK Parti’den o, CHP’den ben. Medyada sendikalaşmayı zorunlu hale getirecektik. Fakat maalesef görev yaptığımız süre içinde böyle bir yasa gelmediği için gerçekleşmedi. Tabii gerçekleşseydi, mükemmel bir şey olacaktı.
O KADAR SIRADANLAŞTI Kİ, YOLSUZLUK YAPMAYAN ADAM SUÇLU HALE GELDİ: Yolsuzluk dosyaları ile ilgili bir arkadaşım sordu. Artık o kadar sıradanlaştı ki, yolsuzluk yapmayan adam suçlu hale geldi. Yolsuzluk yaptınız mı, önünüze bütün kapılar açılıyor. Çünkü zincir yukarıya kadar gidiyor. Herkes nimetleniyor oradan. Dolayısıyla yolsuzluk yapmayan adam, ‘Bu adamdan bir halt olmaz’ denip bir köşeye atılıyor. Devletin yapısı şu an böyle. Siz yolsuzluk yapan, rüşvet alan adamı büyükelçi atadığınız andan itibaren devlette çürüme başlar ve bütün alana yayılır.
İşçinin işine son verme, evet aynı görüşteyim. Siz bana yeni geldiniz. Bilmiyorum. Ama şunu söyleyeyim. Hangi gerekçe ile önce işten atıldığınıza bakmam lazım. Adınız, soyadınız, hangi birimde çalıştığınızı bana verirseniz, benim bunu sormam lazım. ‘Siz bunu hangi gerekçe ile çıkardınız?’. Çünkü ben hangi görüşte olursa olsun, hiç kimsenin ekmeği ile oynanmasını istemem. Bu konuda emin olmanızı isterim. O konuda Ekrem Beyin haklı tarafı var. Bir seçim oldu, Ekrem Bey kazandı. Yasalara aykırı olarak, YSK üzerine yapılan baskı ile aynı zarfın içine konulan 4 kağıttan 3’ü doğrudur, biri sahtedir dendi. İptal ettiler… İkinci seçim oldu, 13 bin fark 800 bine çıktı. O arada pek çok kişi oy kazanmak için belediyeye alındı. Onlardan mısınız, değil misiniz? Bilmiyorum. Sizin haklı gerekçesiniz varsa başım üstüne. Siz mücadele etmeseniz de ben edeceğim.
İBB’NİN İSTİHBARAT BİRİMİ YOK Kİ: ‘HDPKK kontenjanından’. Böyle bir şey yok arkadaşlar ya. Suçlamak çok kolay. Siz bir terör örgütü mensubunu işe alabilir misiniz? Devlet buna izin verir mi? Allah aşkına. Güvenlik soruşturması yapılıyor zaten. Arkadaş ben bunu işe alacağım, ne diyorsun. Güvenlik soruşturması yapılıyor, bir şey yok. Bir şey yok deyince İBB’nin istihbarat birimi yok ki. Hiçbir kurumun istihbarat birimi yok.
HÜDA PAR diyor ki, ‘Anayasanın ilk dört maddesini değiştireceğim.’ Biz karşıyız. Merak ettiğim, acaba Sayın Erdoğan işbirliği yaptığına göre, aynı görüşte mi değil mi? Sayın Erdoğan, ‘Her türlü milliyetçiliği ayaklarımın altına alıyorum’ dedi. Rize’de de söyledi. Ben altı okunda milliyetçilik yazan bir Kemal Kılıçdaroğlu olarak bu ülkenin milliyetçiliğini, milletinin haklarını sonuna kadar savunurum. Çünkü, ben gerçekten de Mustafa Kemal’in milliyetçisiyim. Anayasal kurallar var. Örneğin, Hüda-Par; Türk bayrağı demem, diyor. Erdoğan bunu kabul ediyor mu, etmiyor mu? Ben kabul etmiyorum. Bayrağımız Türk bayrağıdır, gurur duyarım. Aynı şekilde SADAT denilen bir kuruluş var. SADAT denilen kuruluş diyor ki ‘Ben Türkçe’yi kaldıracağım.’ Bu SADAT’ın başkanı Cumhurbaşkanı’nın danışmanı. Benim SADAT’A gidişimin temel nedeni oydu. Sen kim oluyorsun da Türkiye Cumhuriyeti Devletini kaldıracaksın, bayrağını kaldıracaksın, dilini değiştireceksin, Erdoğan’ın yanında olacaksın. Ben buna izin vermem, dedim. Milliyetçi olmak, ırkçı olmak değil. Herkesin kimliğine saygı duyarım. Bayrağına ve vatanına saygı duyan herkesin benim başımın üzerinde yeri var. Bayrağa ve vatana saygı duymuyorsa, ben ona mesafe koyarım…
KAPATACAK OLAN BEN DEĞİLİM: ‘Hüda-Par kuruldu hemen kapatalım.’ Hayır arkadaşlar o da bir parti. Kapatacak olan ben değilim. Kapatacak olan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı… Hukuk çalışırsa hiçbir sorunumuz olmaz. Düşmanlık etmenin bir alemi yok. Bakın siz HPD, HDP dediniz; PKK ile birleştirdiniz. Kardeşim HDP dediğiniz parti, TBMM’yi bir hafta yönetiyor. TBMM’de görüşme olurken sayın Bahçeli de el kaldırır; ondan izin istemeden çıkıp konuşamaz. Ben de konuşamam. Şimdi biz TBMM’yi PKK yönetiyor diyebilir miyiz ya? Devleti bu kadar küçük, itibarsız hale getirebilir miyiz? Bu devlet, bizim devletimiz. Bir dili kullanırken dikkatli olmalıyız. Partiye saygı duyarız ama partiyi denetleyecek olan ben değilim. Partiyi iktidar yapacak olan halktır. Halka güveneceğiz. Halk bizi uzun süredir iktidar yapmıyor. Şimdi biz kalkıp halkı aşağılayacak mıyız? Halkın görüşü odur saygı duyarız. Bir kan davası haline dönüştürüp emperyal güçlerin ekmeğine yağ sürmemeliyiz.
BEN NİÇİN YARGILANDILAR DİYE İTİRAZ ETMEDİM. İTİRAZIM, NİÇİN MAHKEME KARARLARI UYGULANMIYOR? Hata denen kavram insana özgüdür. Az önce başörtüsüyle ilgili eleştiri yaptı. Ne dedim? Hatalıydık dedim. Neden? Yanlış yaptıysanız kabul edeceksiniz. Hatadan dönmek, bir erdemdir. ‘Efendim Selahattin Demirtaş’ı serbest bırakacak…’ Arkadaşlar ben istesem de zaten serbest kalmaz. Serbest bırakacak olan yargıdır. Osman Kavala’yı serbest bırakacak olan yargıdır. Ben niçin yargılandılar diye itiraz etmedim. İtirazım, niçin mahkeme kararları uygulanmıyor? Sizde de mahkeme kararı uygulanmazsa, hiç tanımasam da sizi de savunacağım. Kutuplaşmanın ötesine çıkmamız lazım. Herkesi kucaklamamız lazım. Birisi yanlış düşünebilir olabilir. Ben de hata yapabilirim. Niye olmasın? Hata, insana özgü bir kavramdır.
KANDİL’İN ANAHTARI RECEP TAYYİP ERDOĞAN’DA: ‘HDP, PKK’nın siyasi kolu mudur?’ Ben bunu bilmem ki. Bu ülkenin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı var, bu ülkenin Milli İstihbarat Teşkilatı var. Bir parti, bir terör örgütüyle yan yanaysa kapatılması lazım. E kapatılmıyorsa bunun kabahati bende mi? Kimde kabahati? İktidar kim? Kandil’in anahtarı Recep Tayyip Erdoğan’da. Apo’yla konuşuyorlar. Ben bunu bilmiyor muyum? AK Parti Milletvekili Adayı Ensarioğlu… O söylüyor zaten. Ama suçlanan kim, biziz. Yapmadık bir şey. Trabzon Meydanı’nda da Türkiye’nin diğer bütün meydanlarında da Selahattin Demirtaş hakkındaki yargı kararlarının uygulanması gerektiğini söylerim, hiç meraklanmayın.
Memleket Partisi Genel Başkanı, eski dostum, arkadaşım ona da bazı teklifler yaptım ama bunlar kabul edilmedi. Ayrıntıları benim açıklama hakkım yok. Ama sayın Genel Başkanla görüşürseniz size hangi olanakları sağladığımı anlatsın veya özel yan yana geldiğimizde ben size anlatayım… Genel Başkan’a yönelik yapılan kumpası ilk eleştiren kişilerden birisi benim. Hiçbir zaman sessiz kalmadım. Sessiz kalmaya niyetim de yok zaten. Kim olursa olsun böyle bir haksızlıkla karşı karşıya kaldığında benim görevim, o haksızlığın üzerine yürümektir.
TÜZEL KİŞİLERİN DİNİ OLMAZ: CHP’ye yönelik haksız eleştiriler var. Ben bunun farkındayım. Din, Allah ile kul arasında bir şey. Tüzel kişilerin dini olmaz. Her inançtan insan gelip bir partiye üye olabilir. Bir bakanlıkta çalışabilir ama bunların dinle falan ilgisi yok. Bireysel hak ve özgürlüklerin korunması lazım. Kadının kılık kıyafeti üzerinden başka nedenlerle pek çok alanda insan hak ve özgürlüklerinin korunmasında ciddi sorunlarımız var. Eğer Avrupa Birliği Demokratikleşme Standartlarımızı kendi ülkemize getirirsek bir sorun yok.”
Hata!
Yorumunuz Çok Kısa, Yorum yapabilmek için en az En az 10 karakter gerekli